31 Ekim 2011 Pazartesi

Sessizlik

Sessizlik huzur verir insana aslında.
Dost olunabilecek bir olgunluğu vardır.
İyi bir arkadaştır, hani yastık gibidir.
Misafirperver filandır ama.
Yavan gider tek başına.
Çay ve sigarayla sürekli desteklenmelidir.

Zencidir sessizlik. Siyahtır, kapkara…
Güldüğü zaman anlaşılır bu.
Bembeyaz dişleri referans olur karanlığına.
Cana yakın filandır ama.
Sessizdir işte…
Bol Ahmet Kaya ile desteklenmelidir.

Sessizlik yakınlarda değildir.
Öyle çok uzakta da değildir.
Bazen bir anda yanına düşülebilir.
Bazen istenilse de yoktur orada.
Ulaşılabildiğinde mutluluk verir.
Muhabbeti güzel filandır ama.
Hemen “Gidiyorum ben.” diye tutturur.
Veryansın sözler ve bol gözyaşı ile desteklenmelidir.

30 Ekim 2011 Pazar

Susar, konuşmaz, konuşamaz...

Susar, konuşmaz, konuşamaz…
Gözlerine bakarsın.
Anlamaya çalışırsın.
Olmaz yapamazsın.
Susar, konuşmaz, konuşamaz…
Bir tebessüm beklersin.
Dudakları hareketsiz donup kalır.
Sen de donarsın, kalırsın.
Susar, konuşmaz, konuşamaz…
İçini alamaya çalışırsın.
Yüreğini…
Hisler, şelale olup akar üzerine.
Anlamazsın, anlayamazsın…
Şeytan yalnız bırakmaz seni.
Susar, konuşmaz, konuşamaz…
Gözlerin bulanır.
Sisli sonbahar sabahlarını yaşarsın.
Umudunu kaybedersin.
Nefes alması bile şaşırtır seni.
Anlam yoğunluğu yaşarsın.
Susar, konuşmaz, konuşamaz…
Tokat gibi gelir sana.
Soyut bir itme kuvveti ile sarsılırsın.
Babasından azar yiyen bir çocuğun,
Başı eğik, halı desenlerini incelemesi gibi,
Sen de farkında olmadan bırakırsın ciddiyeti.
Ve başlarsın duygu ile fizik arasındaki etkileşimi düşünmeye.
Susar, konuşmaz, konuşamaz…
Seslenirsin, seslenirsin ve seslenemezsin.
İdama giden bir mahkûm kâhinliğinde,
Sonunu bilirsin.
Susarsın…
Çırpınmak istesen de,
“Nasıl olsa” ile başlayan cümleler seni yıldırır.
Nasıl olsa, eninde sonunda olacak olan.
Kaderin gücüne itaat edersin.
Susarsın… Konuşmazsın… Konuşamazsın…

16 Ekim 2011 Pazar

Seversin Onu

Seversin onu…
Gönlüne bir ateş düştüğünde…
Yanarsın içten içe.
Her kelimen o ateşte yanıp dökülür dudaklarından.
Olgunlaşır cümlelerin.
Suda kırılan ışık dalgası gibi değişir bakışların.
Başka görür ve başka dinlersin onu.

Seversin onu…
Kalabalıklar içinde tek onu gördüğünde…
Badem gözlerini takip edersin gizlice.
Bakarsın rengine ama göremezsin nafile.
Telden tele vurulan mızrap gibi sarhoşken,
Güzel türküler çıkar senden.
Gamlı türküler…

Seversin onu…
Sevdiğini söyleyemediğin zaman…
Dağarcığın yetmez düşündüklerine.
Anlatamazsın halini…
Uzun hava gibi acıklısındır ama.
Tekrarlarsın hep aynı kelimeleri.
Bazen derin bir of çekersin,
Hacminin aksine öz kütlesi sonsuz bir of…
Sadece bu anlatır artık.
Anlayabilene…

Seversin onu…
Koyarsın gönlündeki köşküne…
Beslersin onu her şeyinle.
Bazen gözyaşınla,
Bazen de sevincinle…
Üşümesin diye,
Çekersin arka arkaya sigarandan.
En uzunundan…

1 Ekim 2011 Cumartesi

Küreselleştiremediklerinizdeniz!

Hiç sevmediğim bir kelime: "Globalleşme" nam-ı diğer "KÜRESELLEŞME"... Evet, dünya git gide küreselleşiyor, ortak pazarlar kuruluyor, kültürler hızla birbiriyle etkileşiyor, Amerika'da biri osursa Türkiye'den duyuluyor. Bir kıvılcım hemen alev alıyor ve daha çok yere ateşini taşıyor. Küresel, büyük, pis şirketler kuruluyor. İthalat, ihracat tavan yapıyor. Tüketim dudak uçuklatan vaziyette. Sırf insanlar tüketsin, biz de kar yapalım mantığı ile dıdısının dıdısı dediğimiz eşyalar, gıdalar ve makineler icat ediliyor. Bu tüketim çılgınlığı başımıza büyük dertler açıyor ve açacak da...

Hızla ve vahşice küreselleşen bu dünyada, Allah'tan tek isteğim, insanların küreselleşmemesi. Global anlamda değil. Bildiğin küresel, daire, yuvarlak anlamda. :) Şayet zamanında tığ gibi delikanlı olan insanoğlu, şimdi şehir çöplüğünü aratmayan pis midesiyle git gide küresel, yuvarlak bir vaziyet alıyor. Artık insanoğlu bir simit yediğinde doymuyor ve şükretmiyor. İlla bilmem ne sosunda zarifçe dinlendirilmiş, taa bilmem nerenin ülkesinden sabırla toplanmış üzümlerden üretilen bilmem kaç yıllık şarapla  karıştırılıp pişirilen Hollanda sığırının sırt tarafındaki saat üç yönünde olan eti yiyecek. Yemesi, ismini söylemekten daha kısa olan bu yemekleri yiyen insanoğlunun artık şuradan şuraya kıçını kaldırıp yürüyecek pardon yuvarlanacak hâli yok! Hep bu küreselleşme ve buna bağlı tüketim çılgınlığı yüzünden...

Lütfen ey insanoğlu! İhtiyaç fazlası tüketimden kaçınalım! Haydi midemize kota koyup onun giriş kapısı olan ağzımızı aynı gönlümüz gibi sadece bazılarına açalım. Ve hep bir ağızdan haykıralım:
KÜRESELLEŞTİREMEDİKLERİNİZDENİZ!!!

Ulan Kardelen

Ulan kardelen, o kadar uğraşıyorsun ki karların altından çıkacağım, çiçeğimi açacağım diye... Azmine hayran kalmamak elde değil. Mücadeleci bir ruhun var. Adın üstünde zaten. Kardelen... O kadar didinip topraktan çıkman kim bilir ne kadar zamanını alıyor? Fakat onca uğraştan sonra, günlerce delmeye çalıştığın düşmanının rengi olan beyaz bir çiçek açıyorsun? Şaka gibi... Ben senin yerinde olsam, kara inat kara bir çiçek açardım. :) Senin bu huyun, mevcut zalim düzene isyan eden ve devrim yapan bir grubun devrimini gerçekleştirdikten sonra yine öncekine benzer bir zalim rejim kurmasını aklıma getiriyor. Aman neyse boşver... Şöyle bir düşündüm de, sen de haklısın. Etrafın hep beyaz... Göremedin başka renk. Şimdi buradan çıkarılacak sosyal mesajı da vermek gerek: "Bir şeyle çok uğraşırsan ve bu düşmanın bile olsa, ondan etkilenirsin." :) Hadi hayırlı sabahlar...

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Online Project management