25 Eylül 2011 Pazar

Sana köpekler gibi aşığım!

Saftım, çocuktum... Köydeki amcamların "Pamuk" isminde bir köpeği vardı. O köpek, her yaz ziyarete gittiğimizde; beni görür görmez tanırdı. Yabancılara sergilediği saldırgan tutumdan eser kalmazdı. Pamuk'un beni bu kadar uzun bir süreden sonra nasıl tanıyabildiğini amcama sorduğumda gayet çocuk şaşırtıcı bir yanıt aldım. Köpeklerin koku alma duyusu ve hafızası çok gelişkindi. Kendisine dost bildiklerinin kokusunu hemen hatırlar ve ona göre davranırdı. Bu benim için çok enteresan ve güzel bir şeydi. Yoksa hala Pamuk’un beni karakaşımdan, kara gözümden tanıdığını sanacaktım. Bu gerekli bilgiden sonra o köpeğe daha da yakınlaştım, sevdim, okşadım. Ne kadar kokum varsa saçmaya çalıştım. :) Çocukluğumun en güzel anılarıydı bunlar…

Aylar geçti, yıllar geçti. Pamuk öldü… Büyüdüm, kirlendim ve kirlettim dünyayı. Büyük bir keşmekeşlik içinde herkes gibi hayata devam ediyordum. Bu ruhsuz ve çocuk saflığına muhtaç dikte yaşantı içinde, belki de yaptığım en iyi şey âşık olmaktı. Evet, âşık olmuştum ve yan etkisi saflıktı. Özlemiştim bu hissi, tadını çıkarıyordum. Fakat bu sefer araya özlem diye bir duygu girdi. Çok özlüyordum onu. Ancak hayallerimde ulaşabiliyordum ona ama yetmiyordu. Çeşitli varsayımlar üreterek, üstüne birlikte bir hayat koyuyordum beynimde. Düşündükçe haz alıyordum. Ta ki gözümü açıncaya kadar… Etraf hiç öyle hayalimdeki gibi görünmüyordu. Bu da bende ani bir tokat yemiş gibi şaşkınlık hissettiriyordu. Oysa neydi ki suçum? Sadece özlemiştim.

Bu karmakarışık duygular içindeyken, sıcak bir yaz gününde, kırmızılar içinde onu gördüm. İçim bir garip olmuştu. Yavaş yavaş yürüyordu, gözleri önündeydi. Masum bir şekilde yolun kenarından gidiyor, adım atarken, ara ara eteği bir gelinlik gibi yerlere dokunuyordu. Yaklaştım iyice, ben de yürüyordum. Gözlerine baktım, baktım ve baktım. Etraf yoktu ekranımda. Binalar, insanlar ve yol… Hiçbirini görmüyordum. Bir an yerden kaldırdı o kara gözlerini masumca. Kalbim deli gibi atıyordu. Beni görmüştü. :) Yüzü hemen değişti, gülümsüyordu… Ölünce içine gömüleceğim küçük çukurları belirmişti yanaklarında. Hiç konuşamadım. Hemen sarıldım, o da bana sarılmıştı. Aman Allah’ım… İşte o aylardır burnumda tüten koku… İşte beni şizofren yapan hasretin sembolü nadide koku… İşte o bahar çiçeklerininkinden de güzel, işte o içimi ısıtan, işte o güzelliğinden beynimi karıncalandıran…

Hasret çektiğim dünya güzeli ve onun o gizemli kokusu, bilinçaltımdaki dış dünyaya karşı olan güvenlik duvarını yıkmıştı. O koku, bir anda anti-virüs sistemimin kepenklerini indirmişti. Korumasızdım… Güveniyordum… İçim acayip rahattı.

Ben bunları hissederken, aklıma koca yürekli amcamın köpeği Pamuk geldi. Artık yıllar sonra anlamıştım onun neler hissedip, beni görünce tanımasını... Nasıl bana güvendiğini ve bir kokunun neler yapabileceğini...

Bazı âşıklar, sevdiklerine “Sana köpekler gibi aşığım!” der ya hani... Bunun da ne anlama geldiğini anlamıştım. Allah hepimizi köpekler gibi sevdirsin. Sevdirsin ki, karşımızdakine güvenelim, içimiz rahat olsun. Koruma kalkanları olmadan sevmek çok daha güzel. Huzurlu geceler...

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Online Project management